ASİSTANLARIN İŞGÜVENCESİ SORUNU: EFSANELER VE GERÇEKLER

EFSANE 1. Eskiden Araştırma Görevlileri / Asistanlar işgüvenceleri olduğu için hiçbir şey yapmadan senelerce kadro işgal ediyorlardı. 50/d sonrasında artık bölümde kalabilmek için daha çok çalışmak, daha üretken olmak gerekiyor. Öyleyse 50/d verimliliği artırmaktadır.
GERÇEK 1. Geçmişte olduğu gibi bugün de işgüvencesi, çalışanların görevlerini yerine getirmediği takdirde çeşitli yaptırımlarla karşılaşmasına engel değildir. Akademide iş güvencesinin kaldırılmasının verimi artırdığı, işgüvencesinin varlığının insanları tembelliğe ittiği ya da diğer ülkelerde işgüvencesi olmadığı düşüncelerinin kendileri birer klişe olmaktan öteye gidememektedir. Gelecek kaygısının yarattığı belirsizlik altında verimli bir akademik çalışma yapılamaz. Bilimde bugüne değin sağlanan başarılar büyük ölçüde güvenceli çalışma koşullarının ürünüdür. İnsanları çalışmaya ve üretmeye yönelten temel dürtü gelecek kaygısı değil bilakis toplumsal ve kurumsal değerler sisteminin etkisi altında şekillenen bilimsel merak ve öğrenme aşkıdır.
Eğer iddia edildiği gibi olsaydı verimsizliğin ve yetersiz çalışma sorunlarının 50/d atamalarından sonra ortadan kalkması gerekirdi. Aksine akademi bugün hiç olmadığı kadar verimsizdir. Türkiye çıkışlı SSCI ve SCI endekslerinde taranan yayınların sayısı artmasına karşın bunlara neredeyse hiç atıf yapılmamaktadır.  Durum böyleyken, 50/d statüsünün bu soruna çözüm olmadığı ortadadır. Aksine, bu verimsizliğin asıl kaynağı 50/d’nin yarattığı gelecek kaygısı ve belirsizlik ortamıdır. Bu ortamda yayınların niteliği göz ardı edilerek niceliğe odaklanılmakta, güvencesizlik durumu amirlerle olan ilişkilerde kişisel suiistimal, angaryalar ve mobbinge (yıldırma) dahi varacak uygulamaları meşru hale getirebilmektedir. Tüm bunların özgür ve yaratıcı düşünceyi henüz ilk adımda ipotek altına aldığı ortadadır.
EFSANE 2. 50/d statüsü imbreeding (içeriden beslenme) olgusunu önlemekte, yurt çapındaki üniversiteler arasında yetişmiş personelin dolaşımını sağlamakta ve genel akademik kaliteyi yükseltmektedir.
GERÇEK 2. Bu efsane özellikle ABD’deki üniversite sistemine atıf yapılarak dile getirilmektedir. Ancak söz konusu gerçeklikteki kritik öge ABD üniversitelerine dünyanın dört bir yanından eğitimli işgücü arzı akışıdır. Türkiye örneğinde ise en yetenekli öğrenciler, maddi şartların olumsuzluğu ve iş güvencesizliğine ek olarak üniversitelerimizin mesleki tatmin elde edilemeyecek bir hale sokulması sonucunda akademik kariyerden uzak durmaktadırlar. Ayrıca akademik işgücü piyasası oluşturma düşüncesini öne sürenlerin öncelikle kadro atamalarında liyakatı esas aldıkları da bir başka efsanedir. Uygulanan krtierlerin liyakati ne derecede ölçtüğü belirsizken, kriterleri fazlasıyla yerine getiren birinin dahi hak ettiği kadroya atanacağının garantisi yoktur.    Son bir nokta daha… İşgüvencesini imbreeding’e indirgeyerek tartışmak ancak en hafif ifadeyle bir kötü niyet göstergesidir. Üniversite hem asistanlarına işgüvencesi verip hem de dışarıdan beslenebilir. Hacettepe özelinde bakıldığında, 50/d kapsamında çalışan bir araştırma görevlisinin Boğaziçi Üniversitesi, ODTÜ, Ankara Üniversitesi gibi seçkin kamu üniversitelerinde doktora yapmasına karşı çıkılması asıl “derdin”  imbreedingn olmadığının açık bir göstergesidir.
EFSANE 3. Bilim Batı’da üretilir. O nedenle üniversitemiz için, başta ABD olmak üzere yurt dışında yapılan doktoralar “makbul”dür.
GERÇEK 3. Evet Batı’da bilim çok daha gelişkin. Peki 70 yıldır biz ne yapıyoruz. Evet, aynı kalitede lisansüstü eğitim yapmamızın önünde kurumsal ve maddi engeller var. Peki bunun için istek ya da inanç var mı? Kaç öğretim üyesi doktora eğitiminin kalitesini dert ediniyor? 
Mevcut durum yurt dışında doktora yapmak isteyen 50/d’li araştırma görevlilerini cezalandırmakta, hatta 50/d’li bir araştırma görevlisi teziyle ilgili araştırma yapmak için YÖK’den yurt dışı araştırma bursu bile alamamaktadır. Durum böyleyken, bilimin uluslararası etkileşime duyduğu gereksinimi görmezden gelenler gerçekten araştırma görevlileri midir?
EFSANE 4. 50/d’de 1 yılda, 33/a’da 3 yılda bir kadro yenileniyor. 50/d güvencesiz ise 33/a da güvencesizdir, bir fark yoktur.
GERÇEK 4. 33/a’da öğrenim süresi dolduktan sonra kendiliğinden iş akdinin feshi söz konusu değil. Oysa 50/d sadece lisansüstü eğitimle sınırlı bir çalışma süresi getiriyor. 33/a kadrosu ise hukuken kamu hizmetinin sürekliliği çerçevesinde güvenceli bir istihdam sağlıyor. Eğer her ikisinin de güvencesiz olduğu iddia ediliyorsa biz bunlardan 33/a’yı tercih ediyoruz.
EFSANE 5. 50/d öncesinde şimdi olduğu kadar çok asistan kadrosu verilmiyordu. Yüksek Lisans/Doktora yapmak isteyenler bu sayede burslu öğrenci gibi okuyabiliyorlar.
GERÇEK 5. 50/d kadrosunda araştırma görevlisi olarak istihdam edilenler burs değil maaş almaktadırlar ve aldıkları bu maaş karşılığında öğrenci danışmanlığından ders ve sınav programlarına ve sınav gözetmenliklerine uzanan birçok idari ve yarı akademik ve akademik işleri yerine getirmektedirler. Birçok bölümde araştırma görevlileri derslere girmekte, sınav kâğıdı okumaktadır. Oysa burs tanım gereği karşılıksızdır. Lisansüstü öğrencilerine devlet eliyle burs sağlanmasının farklı yolları vardır. 50/d uygulaması ise günümüzde birçok sektörde işgücü maliyetlerini azaltmak ve işgücü üzerindeki denetimi artırmak için yaygınlaşan güvencesiz, esnek ve taşeron çalışmanın akademik dünyadaki karşılığıdır. Bu yolla üniversitelerde belirleyici olması gereken tüm değer, teamül ve işleyiş geri plana atılmakta, piyasa odaklı bir zihniyet ortaya çıkmaktadır. Bu ise insanın entelektüel ufkunu köreltmekte, onu tek tipleştirmektedir. Doktora eğitimini özendirmenin yolu 50/d statüsünde araştırma görevlisi istihdam etmek değildir. Asistanlık, akademisyenliğe atılan ilk adım olup, burs ya da maaş tartışmalarından öte ve sadece maddiyatla ölçülemeyecek bir değere sahiptir.
EFSANE 6. 50/d kadrosu ile işe girenler, bunun geçici bir iş olduğunu baştan bilmektedirler. Sonradan yapılan itirazlar bu durumla çelişmektedir.
GERÇEK 6. Araştırma görevlisi olmadaki temel gaye, doktora bursu almak değil akademik hayata katılmaktır. 50/d, araştırma görevlileri için gönüllü ve özgürce yapılmış bir tercih değil sosyo-ekonomik yaşam koşullarının akademik alanda yarattığı bir dayatmadır. Çünkü akademik dünyanın bir parçası olabilme arzusu, tek başına maddi bir kaynak yaratmamakta; “geçim derdi” çözülmesi gereken bir problem olarak ortada durmaktadır. Ancak bu durum, geleceğin belirsizleştirildiği ya da birim amirinin iki dudağının arasına sıkıştırıldığı, her yıl yeniden sözleşme yenileme korkusunun yaşandığı, doktora sonrası dönem için kapı dışarı edilme tehdidinin her türden özgün akademik çalışmanın önüne çıkarıldığı bir kadro atamasının devamlılığını meşru kılmaz.  Böylesi bir ikilem karşısında çözüm, 50/d li araştırma görevlilerinin “geçici akademisyen” olarak kalmalarını savunmaktan değil, akademik dünyanın sürekliliğini ve verimliliğini sağlayacak bir kadro ve meslek tanımının belirlenmesinden geçmektedir.
EFSANE 7. Akademinin özel bir durumu vardır. Zaten hocaları tarafından istenen ve yetiştirilen öğrenciler bölümlerinde kalacaklardır. Bunların dışında kalanlar akademiye layık değiller. Kaldı ki doktora sonrasında da söz konusu kişiler için farklı iş fırsatları mevcuttur.  
GERÇEK 7. 50/d’nin belki de en tehlikeli yönü, liyakati dikkate almaması, araştırma görevlisinin geleceğini bölümdeki güç ilişkilerine tabi kılmasıdır. İş güvencesi bir kez ortadan kalktığında hocaların öğrencilerini hangi bilimsel ve akademik kritere göre seçtikleri meselesi artık tali bir meseledir. Ayrıca 50/d maddesinin yüksek lisans ve doktora düzeyinde araştırma görevlilerinin bilimsel ve akademik niteliklerini ölçen hiçbir cetveli yoktur, olması da beklenemez. Bilimsel ve akademik yetkinlik ancak iş güvencesinin temin edildiği bir ortamda tartışmaya açılabilir.
Buna karşın akademik yükselmenin her bir adımında liyakatin nasıl ölçüleceği tartışmalıyken, akademik basamağın en altındaki araştırma görevlilerinin “layık” olmadıkları gerekçesiyle doktoralarının tamamlamalarının akabinde akademik dünyanın dışına itilmeleri kabul edilemez bir durumdur. Ayrıca 50/d’li bir araştırma görevlisinin doktora eğitimini tamamladıktan sonra akademik dünyadan koparak yeni bir mesleğe yönelmesi, piyasada geçer akçe olan yaş ve iş tecrübesi gibi konulayrdaki dezavantajları nedeni ile pratikte olası değildir.
EFSANE 8. 50/d’den 33/a’ya geçmek hukuki olarak mümkün olsa bile norm kadrolar nedeniyle fiili olarak mümkün olmayacaktır.
GERÇEK 8. Üniversitelerde halihazırda norm kadro uygulaması yoktur. Ayrıca 33a’ya geçiş işlemi için yeni kadro gerekmiyor. Çünkü yapılan işlem bir statü değişikliği'nden ibarettir. Bu çerçevede birçok üniversitede sayısı binlere varan 50/d’li 33a’ya geçirilmiştir.
EFSANE 9.  Her koyun kendi bacağından asılır…
GERÇEK 9. İnsan kalabilmek, insanca yaşayabilmek ve insanlık yararına özgürce bilim yapmak için işgüvencesi bir “klişe” değil bilakis ön koşuldur.
Hacettepe Asistan Platformu

0 yorum :

Yorum Gönder